FİLM | | OYUN | VİDEO | RESİM | MÜZİK | FİLM | İNDİR | AŞK | VE DAHASI... WwW.FoRuMDoSt.EnİyİFoRuM.NeT |
|
| AtatÜrk, Cumhurİyet Ve TÜrk Kadini (GENİŞ ANLATIM) | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
BiTiRiMcİCaSuS :) SİTE MÜDÜRÜ :)
Mesaj Sayısı : 162 Yaş : 30 Nerden : FaMiLyA ToKaT İş/Hobiler : SİTE-METİN2 Lakap : MiNiK TAKIM : RÜTBE : Kayıt tarihi : 10/01/09
| Konu: AtatÜrk, Cumhurİyet Ve TÜrk Kadini (GENİŞ ANLATIM) C.tesi Şub. 14, 2009 6:19 pm | |
| "Hukukta idare-i maslahat ve hurafelere dayanmak milletleri uyandırmaktan men eden en ağır bir kabustur. Türk milleti üzerinde kabus bulundurmaz." ****** bu sözleriyle sadece Osmanlı Hukuk Sistemi'ne olan inançsızlığını ifade etmekle kalmamış, aynı zamanda modern Türk hukukunun temel öğesinin ne olması gerektiğini de belirtmiştir. İşte bu temel öğe dogmacılığın etkisiz kılınması ile birlikte modern Batı Hukuk Sistemi'nin benimsenmesidir. Bu incelemede, birinci bölümde ****** hukuk devriminin Türk aydınlanma devrimi içindeki yerini saptamaya, hukuk devrimi öncesi ve sonrası hukuk sistemlerimiz arasındaki farklılaşmayı ortaya koyarak, devrimin oluşum sürecini ve temel öğelerini açıklamaya, dünya tarihindeki diğer önemli hukuk devrimleriyle Türk hukuk devrimini karşılaştırmaya ve sonuçta ******'ün hukuk devrimi ile ülkesine neler kazandırmış olduğunu araştırmaya ve açıklamaya çalışacağım. İkinci bölümde ise ******'ün kadına verdiği önem ve Türk kadınının haklarına kavuşması incelenecektir. ****** eski hukuk sisteminin Osmanlı Devleti'ni gerileten en önemli öğe olduğunu düşünüyor ve toplumdaki genel anlayışın yeniden biçimlenerek hızlı bir gelişmeye yol açabilmesi için hukuk alanında mutlak bir değişikliği gerekli görüyordu. Üstelik bu değişiklik öyle büyük çapta olmalıydı ki büyük ölçüde sonuçsuz kalan Gülhane Hatt-ı Hümayünu'ndan itibaren hukuk alanında süregelen, batı modeline uygun, sonuçsuz ve etkisiz girişimlerden ayrılabilmeliydi. Gerçekten de toplumun yeni bir düzene kavuşabilmesi için, tebeasına ümmet değil yurttaş gözüyle bakan, milliyetçilik esasına dayalı yeni bir devletin kurulması ve devlet yönetimine laiklik ilkesinin yerleştirilmesi bu değişiklikleri devrim olarak nitelendirebilmemizi sağlamaktadır. Kurulu düzeni hemen hemen tamamıyla değişmez bir bütün olarak gören ve ona karşı gelmeyi hiçbir zaman düşünmeyen bir toplumsal yapı içinde, ******'ün öngördüğü yapılanma ve uygarlık hedefine ilerleyen atılımlar, tarihte eşine az rastlanır derecede cesur devrimlerdir. Bu hareketler içinde hukuk devrimi özel bir önem taşır. Tüm ****** devrimlerinin itici gücünü hukuk devrimi oluşturur. Bu hareket neticesinde Türk hukuku öteden beri ait olduğu dinsel hukuk çevresinden, Cumhuriyet ve aydınlanma prensibine uygun "Kara Avrupası Hukuk Sistemi"ne geçmiştir. Türk hukuk devrimi yüzyılımızda benzeri bulunmayan çok önemli bir uygulamadır. Ünlü tarihçi Toynbee Türk hukuk devrimini batı dünyasındaki Rönesans, Reform, Fransız Devrimi ve Endüstri Devrimi çapında önemli bir hareket olarak görmekte; ancak bir farkı önemle vurgulamaktadır: "Bu devrim, bir insanın yaşamı süresinde gerçekleştirilmiştir [1],." Batı Avrupalı hukukçular, Türkiye'deki toptan benimseme olayını, hukuk tarihinin en önemli olaylarından biri olarak nitelemişlerdir. Kont-Costrorog'a göre: "Türkiye Cumhuriyeti tarafından Avrupa hukukunun kabulü, Orta Doğu tarihinde 14 yüzyıldan, yani İslam dininin kabulünden bu yana görülen en önemli olaylardan biridir". İsviçreli hukukçu Sauser-Hall , "Türkiye'de Avrupa Hukuklarının Benimsenmesi" adlı eserinde şu satırları yazmıştır: "Türkiye'de yapılmış olan reformlar bütün olarak ele alındıklarında şaşırmamak olanaksızdır. İslam devletlerinin en güçlüsü, bin yıl geçmişe varan töreleri, altı aylık bir sürede yürürlükten kaldırıyor. Tarih hiçbir ülkede bu kadar köklü ve ani bir değişikliği örnek gösteremez. Bir ülkede ve bir toplum üzerinde yapılmış bundan daha cesur bir deneyim yoktur." Bilindiği gibi Osmanlı hukuk sisteminin dayandığı İslam Hukuku, temelini Kuran'da, Hadislerde, İcma-ı Ümmet ve Kıyası Fukuha'da bulmaktadır. Bu sebeple İslam hukuk sistemlerinde devletin tanıyıp kabul edeceği kurallar hiçbir surette yukarıda saydığımız hukuk kaynaklarının hükümlerine aykırı olamaz. Öte yandan laik ve demokratik batı hukukunda hukukun temel kaynağı milli iradedir ve bu irade milletçe oluşturulmuş, anayasal kurallar çerçevesinde geçici sürelerle seçilmiş parlamentolar tarafından temsil olunur. Çağdaş hukuk zihniyeti, hukuk kuralları oluşturulurken üstün insanî ve hukukî değerler ile toplumun o günkü ve gelecekteki ihtiyaçlarının göz önünde bulundurulmasını gerektirir. Oysa dini hukuk sistemlerinde kanunların hazırlanışında bu değerlere bakılmaz, zira egemenliğin sahibi olan Allah aynı zamanda en büyük kanun koyucudur. Dini değer yargıları, toplumun bilincinde ve gündelik yaşantısında önemli bir etkendir. Bu somut gerçeğin yanında, dini temele dayalı hukuk sistemlerinin tamamının yine ölümlü insanlar eliyle hazırlandığı da ayrı bir gerçektir. Pratikte insan oğlunun eseri olan tüm dini hukuk sistemleri "ilahiyat" aldatmacası arkasına sığınarak kendilerine devamlılık ve tartışılmazlık sağlarlar. Burada anlatmak istediğim, sosyal yaşamı düzenlemekle yetinen Kuran'ın dışında somut ve tartışmasız hiçbir kaynağı olmayan İslam hukuk sisteminin, deniz ticareti ya da örneğin trafik düzenlemeleri alanında içereceği hukuk kurallarının ilahi olamayacağıdır. Bu tespitin 20. Yüzyılın başlarında ****** tarafından yapılması takdir edilebilirse de, ******'ü ölümsüz kılan, tespitin gereğini yerine getirebilmiş, cehalet ve hileyle olan savaşı kazanmış olmasıdır. Bu yüzdendir ki, Türk hukuk devriminin diğer bir adı ****** hukuk devrimidir ve yine bu yüzden Türk hukuk devrimi, Türk aydınlanmasının lokomotifidir. I- HUKUK REFORMU A) TÜRK HUKUK DEVRİMİNİN NEDENLERİ VE OLUŞUM SÜRECİ 1- 1- 1- 1- HUKUK DEVRİMİNE OLAN GEREKSİNİM Bütün devrimlerde değiştirilmesi gereken ilk öğe hukuk sistemidir. Hukuk değişikliğiyle başlayan devrim, kapsamlı bir kültür değişikliğine yol açarsa başarı kazanmış sayılır. Eğer kültür değişikliği isteniyorsa, hukuk öğesi hiçbir zaman olduğu gibi kalamaz. Türk hukuk devriminde de itici gücü hukuk devrimi oluşturmaktadır. Türk hukuk devrimi olmaksızın bir Türk aydınlanma devriminden söz edilemez, çünkü o Türkiye'de çağdaşlaşma kavramına dayanak getirmektedir. O halde, hukuk devrimi hangi somut amaçlarla bu çağdaşlaşmanın, yani Türk aydınlanmasının temelini oluşturmuştur ? Laikleşmek; ******, beşeri ve dünyevî egemenliğin, idare edende veya metafizik güçlerde değil, idare edilende olması gerektiğini biliyordu. Bunu sağlayabilmenin yolu da kaynağını akıl ve toplumun ihtiyaçlarının oluşturduğu laik hukuk sistemini kabul etmekten geçiyordu. Dolayısıyla, laik hukuk sistemine geçebilmek için, akılcı ve gerçekçi batı hukuk sisteminin benimsenmesi kaçınılmazdı. Eski hukukun gereksinimlere cevap verememesi; Tanzimat'tan beri İslam Hukuku'yla Batı Hukuku'nun birlikte yürütülmeye çalışılması, uygulamada, vatandaşlar arası eşitliğin bozulmasına, ayrıcalıklı zümre ve sınıfların oluşmasına ve dolayısıyla adalete olan inancın sarsılmasına yol açmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında, yeni bir hukuk düzeni kurmak için İhzar-ı Kavanin komisyonları kurulmuş, ancak 1926 yılına kadar çalışan bu komisyonlardan olumlu bir sonuç alınamamıştır. Bu yüzden ******, eskisinden tamamıyla farklı yeni bir hukuk düzenini benimseme yoluna gitmiştir. Hukuk birliğinin sağlanması; Türkiye'deki gayrı müslimler, Fatih Sultan Mehmet'ten beri cemaat hukuklarına tâbi idiler. 1926 yılında batı kaynaklı Ceza ve Medeni Kanunları'nın benimsenmesiyle birlikte, Türkiye'de yaşayan gayrı müslimler de aynı hukuka tabi olmuşlar ve böylece hukuk birliği sağlanmıştır. Esasen, vatandaşlar arasında dinsel bir ayırım gözetmeyen laik Cumhuriyet'in aksi bir uygulamayı sürdürmesi tutarsızlık olurdu. Siyasi nedenler; yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin batıyla bütünleşme amacı, batı hukukunu benimsememizdeki önemli etkenlerden biridir. Çünkü, bu sayede kısmen de olsa batı ile ortak değer yargılarına sahip olunacak ve toplumlar birbirlerine yaklaşacaktı. Bu yüzdendir ki, Türk hukuk devriminin aynı zamanda bir kültür devrimi olduğunu da söyleyebiliriz [2]. 2- BATI KANUNLARININ BENİMSENMESİ Yabancı hukukun benimsenmesi (reception, réception, Rezeption) ile, belirli bir hukuk düzeninde gelişen bir hukuki kurum, kavram ya da olgunun veya bunların tümünden oluşan bir bütünün, istenerek, başka bir hukuk düzenine alınması anlaşılır. Benimsemenin başlıca özellikleri, benimsenen hukuk olgusunun benimseyen ülke tarafından istenerek alınıp aktarılması ve benimsenen hukukun ana yurdu ile benimseyen ülke arasında iki yanlı bir ilişkinin bulunmasıdır. Türk aydınlanma devrimi benimseme hareketi, yabancı bir hukuk düzeninin tüm olarak alınıp benimsenmesi niteliğindedir. Bu toptan benimsemeden ötürü Türkiye'deki Cumhuriyet sonrası benimsemeleri bir hukuk devrimi niteliği taşımaktadır. 1926 yılı ve takip eden dönemlerde Medeni Kanunun, Ceza ve Usul Kanunlarının ve Ticaret Kanununun metin olarak batılı ülkelerden iktibas edilmiş olması, hukukta geleneksel doğu yaklaşımından çağdaş yaklaşıma geçilmesini ve bu konudaki kararlılığı ifade eder. Batı hukuk sistemi Türk aydınlanması için amaçtan çok, uygarlık yolunda bir araçtır. Bu bağlamda, batılılaşma da tek başına amaç değil, tüm ilkeleri ile birlikte, sistemli olarak ulusal kalkınma ve aydınlanmanın bir aracıdır. Bu nedenledir ki, batı kanunları benimsenirken körü körüne bir teslimiyet uygulanmamış, amaç doğrultusunda ilerleme daima sürmüştür. Bunu en çarpıcı örneği, bir çok batı demokrasisinden çok daha önce, Türkiye Cumhuriyeti'nin kadınlara siyasi haklar tanımış olmasıdır. Nitekim, Türk kadınlarına 1933 yılında köy ihtiyar heyetleri ve 1934 yılında da milletvekili seçimlerinde, seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. ****** hukuk devrimi toptan benimseme hareketi ile birlikte benimsenen batı kanunları şunlardır: Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu üzerine çalışmalar yapması üzere iki komisyon kurulmuştur: Ahkam-ı Şahsiye ve Vacibat. Ancak komisyonların hazırladıkları tasarılar ile devrimlerin bağdaşmadığına inanan Cumhuriyet Hükümeti İsviçre Medeni Kanununun ve Borçlar kanununun, bazı değişikliklerle, bütün olarak alınıp benimsenmesine karar verdi ve her iki Kanun da 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girdi. Türk Ceza Kanunu, 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanununun benimsenmesiyle, 1 Mart 1926 tarihinde kabul edilmiştir. Ticaret Kanunu 29 Mayıs 1926 tarihinde kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.1850 tarihli Kanunname-i Ticaret'in yenilenmesi amacıyla 1916 yılında hazırlanan bir projeden esinlenilmiştir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, Neuchatel Kantonu Hukuk Usulü Kanunu örnek alınarak hazırlanmış ve Ekim 1927'de yürürlüğe girmiştir. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, 1877 tarihli Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu örnek alınarak hazırlanmış ve 20 Ağustos 1929 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Deniz Ticareti Kanunu, Alman Hukukundan esinlenilerek hazırlanmış ve 13 Mayıs 1929 tarihinde kabul edilmiştir. İcra ve İflas Kanunu, İsviçre'deki İcra ve İflas Kanununun benimsenmesi yoluyla hazırlanmış ve 4 Eylül 1932 tarihinde Yürürlüğe girmiştir. ******'ün hukuk devrimini, sadece batı kanunlarının benimsenmesi olarak algılamamak gerekir. Zaten benimseme yöntemi bir devrim hareketi için yeterli olamazdı. Ülkemizde yabancı kanunların benimsenmesi yöntemine 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlanmıştı. Ancak bu hareketleri inkılap olarak nitelendiremiyoruz, çünkü ****** hukuk devriminden farklı olarak zihniyet ve yaklaşım değişikliği yoluna gidilmemiştir. Tanzimat Dönemi'ndeki kanunlaştırma hareketi, Batı Avrupa'daki kanunlaştırmaların nedenlerinden farklı nedenlere dayanır. Batı Avrupa'da kanunlaştırma hareketinin kaynağı olan " Doğal Hukuk " akımı, akılcı felsefe, hukuki güvenliğin sağlanması gibi etkenlerin yerine siyasal ve ekonomik etkenlerin Osmanlı Devleti'ndeki kanunlaştırma hareketi üzerinde etkili olduğu görülmektedir [3]. ****** hukuk devriminin temelinde Tanzimat Dönemi benimseme hareketlerinden farklı olarak dogmacılığın etkisiz kılınması ile milli egemenlik ve laiklik ilkeleri bulunmaktadır. Böyle olunca hukukun ilham alacağı tek kaynak hayat ve onun gereksinimleri olmuştur. Dolayısıyla üstün hukuk ilke ve esaslarının benimsenmesi yoluyla çağdaş hukuk zihniyeti kabul edilirken, Doğal Hukuk akımı, akılcılık ve hukuki güvenliğin sağlanması gibi etkenler de ilham kaynağı olmuştur. B) ATATÜRK HUKUK DEVRİMİ'NİN TEMEL İLKELERİ 1- 1- 1- 1- HUKUKUN DOGMALARA DAYANMAMASI ****** hukuk devriminin temel taşı, mevzuatta ve uygulamada çağdaş batı hukuk anlayışının benimsenmesi olmuştur. Bu anlayışın başlıca ilkesi, hukukun dogmalara dayanmamasıdır. Böyle olunca, hukukun ilham alacağı kaynak sadece hayat ve onun gerektirdikleri olacaktır ve bunun içinde medeni ülkelerce kabul edilmiş üstün hukuk ilke ve ölçülerine uymak gerekmektedir. Çağdaş hukuk zihniyeti yazılı hukuk kuralları meydana getirirken, üstün hukuki ve insani değerler ile toplumun o günkü ve ileriye yönelik ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmayı gerektirir. Mevzuatın toplumun o günkü ve geleceğe yönelik ihtiyaçlara göre düzenlenmesi ve zaman içinde değişmesi bu zihniyetin gereğidir. Bu sayede, hukuk kurallarının dogmalara bağlı olması engellenerek, hukukta dinamizm sağlanmış olacaktır [4]. Zaten, çağdaş ülke hukuklarında ortak olarak, milletlerarası hukuk belgelerinde, insan hakları bildiri ve sözleşmelerinde açıkça belirtilen üstün ilke ve kavramlar bulunmaktadır. O halde, uygar olduğunu iddia eden tüm ülkeler, dogmaları bir kenara bırakarak, bu ilke ve kavramlara uyacaklardır. ******, hukuk devrimi sırasında, dogmaların etkisiz kılınması konusunda hiçbir taviz vermemiş ve Türk hukuk sisteminin, çağdaş batı hukuk sistemlerinde olduğu gibi toplumun ihtiyaçları doğrultusunda gerekli olan yeniliklere açık bir hale gelmesini sağlamıştır. İşte Tanzimat Dönemi benimseme hareketleri ile ****** hukuk devriminin arasındaki temel fark, bu zihniyet farklılığıdır. 1856 yılında Fransız Ceza Kanunu Osmanlı Devleti tarafından Ceza Kanunname-i Hümayunu olarak kabul edildiğinde, daha birinci maddede "her halde Ahkam-ı Şer'iye'nin mahfuz bulunduğu" belirtilmiş ve böylece, benimsenen batı hukuk zihniyetini reddeden bir hüküm kanunda yer almıştır. Oysa ******'ün hukuk devriminde bu tür tavizlerin reddolunması başlıca prensiplerden biridir. | |
| | | BiTiRiMcİCaSuS :) SİTE MÜDÜRÜ :)
Mesaj Sayısı : 162 Yaş : 30 Nerden : FaMiLyA ToKaT İş/Hobiler : SİTE-METİN2 Lakap : MiNiK TAKIM : RÜTBE : Kayıt tarihi : 10/01/09
| Konu: Geri: AtatÜrk, Cumhurİyet Ve TÜrk Kadini (GENİŞ ANLATIM) C.tesi Şub. 14, 2009 6:19 pm | |
| 2- 2- 2- 2- ATATÜRK HUKUK DEVRİMİ VE MİLLİ EGEMENLİK ****** hukuk devriminin, hukuk sisteminin temeli yönünden yaptığı en önemli değişiklik, milli egemenlik kavramının hukukun temeli olarak kabul edilmiş olmasıdır. Çağdaş Cumhuriyet hukukuna karakterini veren temel kavram milli egemenliktir. Gerçi 1876 yılında devleti hukuka saygılı hale getirmek amacıyla bir Anayasa hazırlanmıştı. Hukuk devleti kavramının yerleşmesi açısından bu hareketin önemi göz ardı edilemez. Fakat aşağıda sayacağımız hükümleri itibariyle bu Anayasa milli egemenlik ilkesine dayanmıyordu : 4. Madde: Zat-ı Hazret-i Padişahi hasbel hilafe dini İslam'ın hamisi ve bilcümle tebea-yı Osmaniye'nin hükümdar ve padişahıdır. 7. Madde: "Hukuk-u Mukaddese-i Padişahi Ahkam-ı Şeriye ve Kanuniye'nin icrası"nı içermektedir. 8. Madde: Dinsel davalar Şeriye mahkemelerinde, askeri davalar askeri mahkemelerde görülür. Bu hükümler göstermektedir ki Ahkam-ı Şer'iye'ye uygunluk Kanun-i Esasi'ye göre hukukun temel ilkesi olmakta devam etmektedir. İşte Cumhuriyet ile birlikte hukuka temel teşkil edecek ana kavram değiştirilmiş ve bu sayede gerçek anlamda bir hukuk devriminin yolu açılmıştır. Egemenliğin hukukta iki görünüşü vardır: Dış egemenlik devletin bağımsızlığını, diğer devletlerle olan eşitliğini ifade eder. İç bakımdan egemenlik ise devletin ülke sınırları içinde en üstün, hiçbir kurumla paylaşılmayan, devredilmeyen, kayıtsız ve şartsız, zaman aşımına uğramayan iktidarını ifade eder. Ancak bu iktidar keyfi değildir; hukuk kurallarıyla ve başta Anayasa ile kayıtlıdır. Egemenliğin tek, meşru kaynağı ve sahibi millettir. Böyle olunca, yöneticiler ancak iktidarı kullanmak yetkisine sahip olabilirler. Ülkemizde İstiklal Savaşı ile birlikte milli egemenlik kavramı ortaya çıkmış ve 20 Ocak 1921'den itibaren yürürlüğe giren bütün Anayasa niteliğindeki metinlerde milli egemenlik anlayışı hakim olmuştur. 3- 3- 3- 3- ATATÜRK HUKUK DEVRİMİ VE LAİKLİK Toplumsal yaşamı din ve bilim olmak üzere iki farklı biçimde algılayabiliriz. Bunlar mutlaklık iddiasında bulunmadıkça, birbirlerini ortadan kaldıran alanlar değildir. Ancak dinin evreni algılamadaki mutlak tekelci yaklaşımı yüzünden bilim uzun süre dinin etkisi altında kalmıştır. Evrenin ve toplumsal yaşamın bilimsel olarak algılanmasıyla birlikte doğa ve toplum hakkındaki düşüncelerde değişiklik olmuştur. Toplumun bir kurallar sistemi olarak algılanması , doğa düzeni yanında, ilkeleri tamamen farklı bir de toplum düzeni olduğunu ortaya koymuştur. İşte bu keşif toplumda hukuk düzeninin ne olduğu sorusunu doğurmuştur. Bu soruya getirilen cevap, hukukun daima o toplumun iradesini ifade ettiği şeklindedir. Bu görüş hukukun kaynağının ilahilikten çıkarılıp toplumsal kılınması anlamına gelmektedir. Öyleyse laiklik, ifadesini hukukun kaynağının beşeri kılınmış olması esasında bulmaktadır. Din ilahi irade olduğu için, toplumsal irade olan hukukun kaynağı olamaz. Hukukun toplumsal irade olması esasından, hiçbir iradenin toplumsal iradeden üstün olamayacağı sonucu çıkmaktadır. Başka bir deyişle, bir toplumda dinin o toplumun iradesini ortadan kaldırıcı bir özelliği bulunamaz. Bu somut gerçeğe dayanan ****** devriminin özünde laiklik ilkesi bulunmaktadır. Laiklik kelime ve metin olarak Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na 1937 yılında girer. Ancak laiklik daha 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile birlikte fiilen uygulanmaya başlanmıştır.1928 yılında devletin dininin İslam olduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin şeriatı uygulamakla yükümlü olduğu hükümleri ile milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı'nın yeminlerindeki dine atıflar gereksiz fazlalıklar olarak nitelendirilmiş ve Anayasadan çıkarılmıştır. Bu, din müessesesinin tamamen reddedilmesi değil, günlük yaşam üzerindeki din baskısının ortadan kaldırılmasıdır. Laiklik İlkesi Türk hukuk devrimini oluşturan unsurların sonucunda ortaya çıkmamıştır. Aksine, bu unsurlar laiklik ilkesinin sonuçlarıdır. Laikliğin Türk hukuk düzenindeki tanımı ne din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır ne de devletin ülkede mevcut olan dinlere müdahale etmemesi, onlara karşı tarafsız olmasıdır. Laikliğin esas tanımı egemenliğin kaynağının ilahi olmayıp beşerî olmasıdır. Dolayısıyla Türk hukukunda dinin kaynak olması söz konusu değildir. Türk hukuk düzeni, dini, toplum yapısını ve yaşantısını belirleyen bir unsur olarak değil, fertlerin şahsi bünyelerinde bulunan kişisel bir müessese olarak ele alır [5]. C) TÜRK TARİHİNDEKİ DİĞER ÖNEMLİ HUKUK HAREKETLERİ İLE TÜRK HUKUK DEVRİMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI 1- 1- 1- 1- TANZİMAT DÖNEMİ HUKUK HAREKETLERİ Osmanlı İmparatorluğunda, yabancı kanunların benimsenmesi hareketi Tanzimat Döneminde başlamaktadır. Bu benimsemeler, gönüllü benimseme olgusunun tüm özelliklerini yansıtmaktadır [6]. Ne var ki, bu benimsemeye götüren etkenler arasında, Osmanlı Devleti üzerindeki dış baskıların da gözden uzak tutulmaması gerekmektedir. Tanzimat dönemi kanunlaştırmalarında, özgürlük eşitlik ve hukuk güvenliği gibi ilkeler etkili olmamıştır. Bu kanunlaştırmalarında iki etkenin önemli rol oynadığı görülür: Ekonomik etkenler: Endüstri Devrimi sonucunda değişikliğe uğrayan Batı Avrupa ticari yaşamıyla uyumu sağlamak için hukukun modernleştirilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Siyasal etkenler: Batı Avrupa'daki güçlü devletlerin (= Düvel-i Muazzama) Osmanlı Ülkesindeki çıkarlarını ve özellikle Orta Doğu ülkelerinde faaliyette bulunan yurttaşlarını güvence altına alma istekleri, Osmanlı Devleti'ni kanunlaştırmalar yapmaya zorlamalarına neden olmuştur. Bununla birlikte, iç politikayla ilişkin olarak da, "tek biçim hukuk uygulamasının sağlanması" isteği de kanunlaştırmalarda etkili olmuştur. Tanzimat Dönemi kanunlaştırmaları başlıca iki yönde gelişmiştir: Yürürlükte olan dinsel hukuk düzeninin modernleştirilmesi: Bunlara örnek olarak, Ceza Kanunnamesi'ni, Kanunname-i Arazi'yi, Mecelle-i Ahkam-ı Adliye'yi ve Hukuk-u Aile Kararnamesini gösterebiliriz. Yabancı kanunların benimsenmesi: Bunlara örnek olarak, 1850 tarihli Kanunname-i Ticaret'i, 1858 tarihli Ceza Kararnamesi'ni, 1864 tarihli Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi'ni ve 1881 tarihli Usûl-i Muhakemat-i Cezaiye Kanununu gösterebiliriz. Ancak bu benimsemeler, toptan benimsemeleri olarak nitelendiremeyiz, çünkü bu kanunlaştırmalar sırasında, ****** hukuk devrimindekinin aksine, çağdaş batı hukuk zihniyeti benimsenmemiş, şer'iye kurallarının mahfuz kalacağı ısrarla belirtilmiştir. 2- 2- 2- 2- CUMHURİYET DÖNEMİ HUKUK ARAŞTIRMA KOMİSYONLARI Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra ilk hukuku düzenleme hareketleri, "mevcut hukuk düzeninin yenilenmesi" amacına yönelikti ve batı kanunlarının benimsenmesi düşünülmüyordu. Bu nedenle 1923 yılında çıkarılan bir talimatname ile, Adalet Bakanlığı'na yürürlükteki kanunların yenilenmesi amacıyla komisyonlar kurma görevi verilmiştir. Bu komisyonların çalışmaları sırasında yararlanacakları hukuk kaynakları da aynı talimatnamede belirtilmişti: Komisyonlar yeni düzenlemeleri hazırlarken, ilk önce fıkıh hükümlerine dayanacak, ikinci olarak da diğer uluslarca benimsenmiş hukuki çözüm ve uygulamalardan yararlanacaktı. Komisyonlara bundan başka, hukuk kavram ve deyimlerini saptama görevi de verilmişti. Komisyonlar arası çelişmelerde Adalet Bakanlığı son kararı verecekti. Bu talimatname ile kurulan Medeni Hukuk Komisyonları iki taneydi: Ahkam-ı Şahsiye ve Vacibat komisyonları a- Ahkam-ı Şahsiye Komisyonu: Bu komisyon yapacağı düzenlemeler için, şeri istinatgahın aranacağını belirtmişti. Bu aydınlanma devrimi zihniyet yapısıyla tamamiyle zıt bir düşünceydi. Bu komisyon, Kişiler ve Miras Hukuku alanlarında çalışmalar yaptı. b- Vacibat Komisyonu: 1916 yılında kurulmuş olan Mecelle Komisyonu'nun benimsediği ilkeleri benimseyerek, "Ahkam-ı Şeriye'ye muhalif olmayacağını" bildirmiştir. Ancak bu komisyonlar, ******'ün devrim düşüncesiyle kesinlikle bağdaşmayan bir zihniyete sahiptiler ve bu nedenle de yenilenmeleri kaçınılmazdı. 19 Mayıs 1924 tarihli bir talimatname ile komisyonlardan, çağdaş bir devletin gereksinimlerini karşılayacak nitelikte hukuki düzenlemeler hazırlamaları isteniyordu. Başka bir ifadeyle, Adalet Bakanlığı'nın istediği şey, "çok acele hazırlanacak modern kanunlardan ibaretti." D) DÜNYA TARİHİNDEKİ DİĞER ÖNEMLİ HUKUK HAREKETLERİ İLE TÜRK AYDINLANMASI HUKUK DEVRİMİNİN KARŞILAŞTIRMASI 1- AVRUPA AYDINLANMA YÜZYILI HUKUK HAREKETLERİ Türk aydınlanma devriminin, çağdaş batı uygarlığı seviyesine ulaşıp onu aşma ideali, Avrupa hukuk sisteminin benimsenmesi gereğini doğurmuştur. Bugünkü Batı Avrupa hukuk sisteminin sahip olduğu temel ilkeler, büyük ölçüde Yeni Çağ ile birlikte Avrupa'da egemen olan Doğal Hukuk anlayışının ürünüdür. Dolayısıyla, ******'ün hukuk devriminde de Doğal Hukuk anlayışının hakim olması kaçınılmazdır. a)Doğal Hukuk Avrupa Aydınlanma Çağı Doğal Hukuk anlayışında hukuk, tanrısal bir temele değil, insan aklına dayalı bir temele ilişkin olarak açıklanmaya çalışılmıştır. Yeni çağ ile birlikte felsefe, bilim, sanat, politika ve hukukun dinin otoritesinden kurtulmasının sonucu olan bu kökten değişiklik, Türk Aydınlanması Hukuk Devrimi'nde de kendisini göstermektedir. ****** Hukuk Devrimi'nde Doğal Hukuk anlayışının etkili olması tesadüfi değildir. Kara Avrupası hukuk sisteminin kabul edilmiş olması ve batılı ülkelerin kanunlarının benimsenmesi bu etkileşimin başlıca nedenleridir. | |
| | | BiTiRiMcİCaSuS :) SİTE MÜDÜRÜ :)
Mesaj Sayısı : 162 Yaş : 30 Nerden : FaMiLyA ToKaT İş/Hobiler : SİTE-METİN2 Lakap : MiNiK TAKIM : RÜTBE : Kayıt tarihi : 10/01/09
| Konu: Geri: AtatÜrk, Cumhurİyet Ve TÜrk Kadini (GENİŞ ANLATIM) C.tesi Şub. 14, 2009 6:19 pm | |
| b)Doğal Hukukun ve ****** Hukuk Devriminin Temel Prensipleri Uygarlıkların ve kültürlerin varlıklarını sürdürebilmesi ve gelişmesi düzene, özellikle de hukuk düzenine bağlıdır. Bunun için düzen, adaletin gerçekleşmesinin dahi ön koşuludur; "Adalet ve barış kucaklaşmışlardır" sözü, bu anlamda bir gerçeği deyimler. Ancak her düzen sağlayan hukuk sisteminin olması gerekenle ilgili anlamda adaletli olduğunu söylemek yanlış olur. Düzen sağlayan ve pratik ihtiyaçlara cevap veren bir hukukun, sırf bu nedenle adaletli olduğu söylenemez. Böyle bir hukukun adaletli olabilmesi için, ayrıca içeriğinde adalet düşüncesinin (doğal hukuk ilkelerinin) gereklerini de yerine getirmesi zorunludur. İşte Cumhuriyet öncesi Türk hukuk sistemi, özgürlük, barış, eşitlik ve hukuk güvenliği gibi doğal hukuk ilkelerinden yoksun oluşundan ötürü, düzen sağlayan ve pratik ihtiyaçlara cevap veren bir hukukun ötesine geçememiş ve adaleti sağlayamamıştır. Doğal Hukuk'un ve ****** hukuk devriminin temel prensiplerini, insanın bireysel ve toplumsal yanına ilişkin prensipler olmak üzere iki kısımda inceleyebiliriz: Bireysel yanına ilişkin prensiplere bakacak olursak; ****** hukuk devriminin ve Doğal Hukuk anlayışının benimsediği temel ilkelerin başında düşünce özgürlüğü ilkesi gelmektedir. Düşünce ile ulaşılabilecek gerçek, en yüksek değerlerden biridir. O halde düşünceleri serbestçe deyimleyebilme özgürlüğünün sağlanmadığı bir hukuk sistemi doğal hukuk anlayışıyla ve dolayısıyla ****** hukuk devrimi ile de bağdaşamaz. Doğal hukuk anlayışına göre bireyin ahlaken doğruyu gerçekleştirebilmesi ve dolayısıyla da sağlam bir toplumsal yaşama kavuşabilmesi için düşünce özgürlüğü ile birlikte vicdan özgürlüğünün de tanınması zorunludur. Bu nedenle, ******'ün hukuk devriminde de insan onuruna saygılı ve adaletli bir hukuk düzeninin sağlanabilmesi amacıyla vicdan özgürlüğü temel ilkelerden birisi olmuştur. Hukuk düzeni, sırf düzen olmakla, insanlar arası ilişkilerde barışı sağlayabilir. Koyduğu yasaklar aracılığıyla bir toplum içinde bireylerin saldırıya uğramadan, bir arada yaşayabilmelerini mümkün kılmaktadır. Ancak hukukun barışı korumak için kurduğu düzen, tamamıyla çatışmasız bir düzen anlamına gelmez. İşte Doğal Hukuk anlayışında ve ****** Hukuk Devrimi ile benimsediğimiz hukuk sisteminde, hukuka düşen görev bireylerin veya grupların sahip oldukları gücü sınırlandırarak toplum yaşamında gittikçe gelişen bir denge durumu sağlamaktan ibarettir. Toplumsal yanına ilişkin prensiplere gelince ; Hukuk düzeni biçimciliği gereği, yalnızca dış görünümleri ele alıp birey olanı ayırmakla bir eşitlik meydana getirir. Eşitlik de adaletin özü olduğuna göre, hukukun sadece düzeni sağlamakla adaleti de yerine getirmiş olduğu iddia edilebilir. Ancak bununla birlikte, bir düzenin toplum içindeki ırk ve sınıflar arasında ayırım yapması olanağı da vardır. Anayasalarda belli eşitlik güvencelerinin yer alması da bu olanağı doğrulamaktadır. Bu olanağın gerçekleşmesi durumunda, düzenin biçimciliği gereği sağladığı eşitlik sadece o ırk ya da sınıfın bireyleri arasında söz konusu olur. O halde, düzenin biçimciliği gereği sağlayacağı eşitlik yeterli olmayıp, ayrıca adaletli bir düzenin niteliği olan, toplumdaki bireylerin tümünü kapsayan bir eşitliğe de ihtiyaç vardır. Üstelik genel de olsa, biçimciliğin sağladığı eşitlik aritmetik bir eşitliktir. Böyle bir eşitlik insanlar arası her ilişkide gözetilecek olursa, sonunda bizzat düzenin ortadan kalkmasına yol açar. Bunun içindir ki, herhangi bir bakımdan bireylerin ve ilişkilerin eşitlenmesi; ancak eşit olan ilişki ve durumların eşit işleme tabi tutulması zorunludur. İşte ******'ün hukuk anlayışındaki eşitlik prensibini de bu şekilde anlamak gerekmektedir. Yani, eşitlik aritmetik ve biçimsel değil, ama toplumun bütün bireylerini kapsayacak bir nitelikte olmalıdır. Hukuk düzeninin güvenilir olması, bireylerin her türlü saldırıya karşı güven altına alınmaları için zorunludur. Hukuk güvenliğinin tam anlamıyla sağlanabilmesi bazı koşullara bağlıdır: Birinci koşul, hukukun yürürlük kazanmış hukuk yani pozitif hukuk olmasıdır. Her durumda neyin doğru ya da adaletli olduğu tartışması bir yana bırakılarak, neyin hukuka uygun olduğu saptanmalıdır. Toplum düzeni bireylerin adalet tartışmalarına feda edilirse en adaletli norm bile anlamsız hale gelir. İkincisi hukuk çok esnek kavramlara dayanmamalı, hakime geniş takdir yetkisi bırakmamalı ve hile ile anlamı değiştirilmeye elverişli olmamalıdır. Üçüncüsü hukukun sürekliliğini koruması gereğidir. Bazen sosyal yaşamdan gelen ihtiyaçlar, bir hukuki düzenlemenin değiştirilmesini ya da ortadan kaldırılmasını gerekli kılabilir. Ancak hukuk bugün dün olduğu gibi, yarın da bugün olduğu gibi yürürlükte olmalı; hukuk, hukuk olarak kalmalıdır. Çünkü ancak, hukuk sürekli olduğu zaman kendisine güvenilir ve önceden kestirilebilir. ****** hukuk devriminin getirmiş olduğu en önemli değişikliklerden biri de hukuk devleti anlayışının benimsenmesidir. Bu sayededir ki, hukuka bağlı, devletin gücünün amacı ve kullanma şekilleri belirlenmiş, modern Türkiye Cumhuriyeti meydana getirilmiştir. Hukuk devleti, eski polis devletinin ve günümüzde totaliter devlet denilen rejimin zıddıdır. Totaliter devlet anlayışında, devlet adamlarının yetkileri sınırsızdır ve kontrole tâbi değildir. Oysa hukuk devletinde, Devletin kudreti sınırlandırılmış ve devlet tasarrufları kanunlara tâbi tutulmuştur. Yasaların, kişi, sınıf, zümre ve benzeri ayırımları tanımaksızın, herkes üzerinde etkin ve baskın olması sistemin temel prensibidir. Hukuk devleti, bireyleri güç karşısında korumak üzere kurmuş olduğu koruma önlemleri sistemine, bu yoldaki sınırlandırmalara bizzat kendisini de sokan, yasalara bağlı kalan devlettir. Bu bağlılığı sağlayabilmek, sosyal güvenliğin ve dolayısıyla sosyal adaletin de ilk koşuludur. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir hukuk devleti olmasının temelinde Türk aydınlanması hukuk devrimi bulunmaktadır. . II- KADIN HAKLARI Ulu önder ******’ü diğer liderlerden üstün kılan özelliklerden biri de , ****** inkılapları çerçevesinde kadına verdiği önemdir. ******, erkeğe olduğu gibi kadına da insancıl bir açıdan yaklaşarak, kadının da medenî, siyasî ve kültürel haklarda erkek ile eşit tutulmasını sağlayacak çağdaş atılımlar gerçekleştirmiştir. Çağdaş bir toplum olabilmenin ve çağdaş bir hukuk devleti kurmanın ilk şartı, kadının da bir vatandaş ve özgür bir insan olarak haklarını tanımak ve saygı göstermekti. Zira kadın ve erkek, insan kavramını birlikte oluşturmakta ve bu kavrama birlikte bir anlam kazandırmaktaydı. Bu anlayışla hareket eden ******, Türk kadınına asırlardan beri ihmal edilen sosyal ve siyasal haklarını kazandırmıştır. Türk halkının varoluşunu belirleyen Kurtuluş savaşı öncesi ve süresince, Türk kadınının özverili katkılarını çok iyi değerlendiren büyük insan ****** , kadına kazanmayı hak ettiği haklarını vererek , onu, özlemini duyduğu toplum içindeki saygın statüsüne getirmiştir. ****** , siyasal ve sosyal hakların kadın tarafından kullanılmasının, insanlığa mutluluk ve saygınlık sağlayacağı için gerekli olduğuna inanmaktaydı. Türk kadınının dünya kadınlığına elini vererek barış ve güvenliği için çalışmasını istiyordu. Türk toplumunun yarısı kadındır ve ünlü filozof J. Stuart Mill’in de dediği gibi, “Bir uygarlığın seviyesini ölçmek için, o toplumdaki kadınların hayatına bakmak yeterlidir [7].” ****** ‘ün hayatındaki yoğunluk, özellikle askeri, siyasi ve ekonomik savaşların verdiği ruhsal, bedensel ve zamansal baskı düşünülürse, O’nun kadın ve kadın haklarına gösterdiği ilgi ve bu alandaki özverili uğraşları sadece “çağdaşlık”, “gelecek”, “önsezi” ya da “aklıselim” gibi sözcüklerle açıklanamaz. ****** ‘ün kadınlara ve kadı haklarına verdiği önem, vurguladığı saygı, O’nun özümsenmiş kişiliğinde, çocukluk döneminde ve annesiyle olan ilişkilerinde gerçek temelini bulmaktadır. Annesi Zübeyde Hanım’ın ve kardeşi Makbule Hanım’ın , küçük M. Kemal üzerindeki aile kavramından gelen etkisi ve Osmanlı’nın ataerkil aile düzenine rağmen kadının aile işçindeki özellikle çocukları üzerindeki nüfuzu düşünülürse, ****** ‘de daha sonra inkılaplar şeklinde kendisini gösterecek pek çok reformun temel nedeni daha açık-seçik şekilde ortaya çıkabilir [8]. Büyük ****** ‘ün yarattığı inkılabın tek ve ana amacı ve uygulamalardaki stratejisinin asıl fikrinin, “Milletimizi çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak.” Olduğunu biliyoruz. O, bu amaçla giriştiği bir seri operasyonda, gerçekleştirdiği bütün inkılaplarda daima önceliği Türk kadınına vermiştir. Kadınımızın kültür düzeyini yükseltmeyi, evinin içinde ve dışında sahip olması gereken ve layık olduğu bütün hakları kendisine teslim etmeyi ve onu, her yönüyle çağdaşı olduğu diğer ülkeler kadınlarının da üzerinde görmeyi arzuladığı bir gerçektir. | |
| | | BiTiRiMcİCaSuS :) SİTE MÜDÜRÜ :)
Mesaj Sayısı : 162 Yaş : 30 Nerden : FaMiLyA ToKaT İş/Hobiler : SİTE-METİN2 Lakap : MiNiK TAKIM : RÜTBE : Kayıt tarihi : 10/01/09
| Konu: Geri: AtatÜrk, Cumhurİyet Ve TÜrk Kadini (GENİŞ ANLATIM) C.tesi Şub. 14, 2009 6:20 pm | |
| B) KURTULUŞ SAVAŞI VE TÜRK KADINI Kurtuluş Savaşı, stratejistlerin deyimi ile bir “Topyekûn Savaş”tır. Dünya üzerinde kadın, erkek, çoluk-çocuk, yaşlı ve genç bütün insan gücü ile topluca yönetilen, bütün ekonomik kaynakların bir elden kullanıldığı bir modern savaştır. Topyekûn savaş, kadın ve erkeği bir düzeyde görür ve kullanır. Ulu önder ****** , Kurtuluş Savaşı ‘nı yönetirken güç aldığı Türk kadınını ve Türk anasını hiç unutmamış, vefa duygusunu daima belirtmiştir. 21 Mart 1923’de Konya’da Kızılay’ın kadın kollarına şöyle hitap eder : “Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının fevkinde kadın mesaisi zikretmek imkanı yoktur. Erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat menbalarını kadınlarımız işletmiştir. Memleketin varlığının nedenlerini hazırlayan kadınlarımı olmuş ve kadınlarımız olmaktadır. Kimse inkar edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin yaşam yeteneğini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odun, kereste getiren, mahsulatı pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber, sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak soğuk demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvî ve fedalâr, o ilahi Anadolu kadınları olmuştur. Binaenaleyh, bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen taziz ve takdis edelim [21] .” Bu sözler, yalnız bir gönül borcu ve minnetin belirtisi değildir. Geçmişimizden gelen, kadın-erkek ayrımının da yok edilmesi kararının kesin ifadesidir. ****** ‘ün yaşamı boyunca övdüğü ve övündüğü Türk kadınının Kurtuluş Savaşı ‘nda yaptığı kahramanlıklardan bazı örneklerden burada söz etmekten yarar vardır. Türk kadını , Türk Silahlı Kuvvetleri’nde hizmete elindeki silahla ve gönüllü olarak, dövüşerek ve kan dökerek , şehitler vererek girmiş ve analık göreviyle beraber bu görevini de en zor koşullar içerisinde başarmıştır. Bu geri hizmetlerin dışında elinde silahı, cephelerde gerilla savaşı yapan birçok Türk kadını vardır. 1919’da Yunanlılar Aydın’a girerken bir anne tüfeğini kapar, ileri atılır. Bu davranışı pek çok erkek ve kadın izler. Ayşe, Emine ve Fatma Seher isimli savaşçılar, tarihe geçmiş gerçek Türk kadın savaşçılardır. Güney cephesinde bir müfrezede dövüşen tayyar Rahmiye, Fransızlar’a karşı savaşırken şehit düşer. Gördesli Makbule, 1921’de evlendiğinin ertesi günü kocasıyla beraber bir çete kurar ve dağa çıkarlar. ****** , Türk kadınına, ordu saflarında resmen ve üniformalı olarak yer veren ilk generaldir, ilk askerdir. Bu konuda da bir yaratıcıdır. Kurtuluş Savaşı ‘nda kendisiyle fikir arkadaşlığı yapan, karargâhında görev alan Halide Edip Adıvar’a askerliğin ilk basamaktaki rütbesini, “onbaşı”lığı verir. C) CUMHURİYET DÖNEMİ VE TÜRK KADININA HAKLARININ VERİLİŞİ ******çülük’te kadın haklarına dönük olarak dikkati çeken en belirgin özellik, kadın- erkek ayrımını ortadan kaldırarak hepsini “insan” kavramı içerisine almış olmasıdır. ****** ‘ün kendine özgü bir kadın anlayışı vardır. Bugün dünya aydınlarının birleştiği ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın yaymaya çalıştığı ileri düzeydeki görüşü, ****** çok daha önceleri dile getirmiştir. 1923 yılında İzmir’de yaptığı konuşmada şöyle der : “...şuna inanmak lazımdır ki, dünya üzerinde gördüğünüz her şey kadının eseridir...” Yine aynı yıl şunları vurgular ****** ; “...bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının nedeni, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir..." İşte sadece ülkemiz için değil, dünya devletleri için temel ilkelerden biri, ******çülüğün ana felsefelerinden biri budur. Uygarlık dediğimiz, çağdaşlık dediğimiz budur. ****** ‘ün 1923’lerden itibaren üzerinde titizlikle durduğu ve uygulamaya koyduğu kadın hakları için dünya ancak 1975 yılında birlik olarak çaba sarf etme gereğini duyacaktır. Bu yılı kadın yılı ilan edecektir. Kadın ve kadın hakları konusunda ****** ‘ün inkılaplarını daha iyi anlayabilmek için, verilen hakları, belli alanlar içinde sınıflayarak değerlendirmek, bu hakların tümüne yaklaşmak için daha kolay bir yol olarak düşünülebilir. 1-EĞİTİM ALANINDA KADIN HAKLARI 1 Mart 1922’de T.B.M.M.’nin açılış konuşmasında ****** , Kurtuluş Savaşı ‘nın en heyecanlı ve en telaşlı döneminde kadınlarımızın eğitimi konusuna da değinebilecek gücü gösterebilmiş ve bu konuda, gelebilecek bütün tepkilere rağmen, düşüncelerini hemen hemen ilk işaretini sözü geçen konuşmasında vermiştir ; “...kadınlarımızın da aynı derece-i tahsilden geçerek yetişmelerine atf-ı ehemmiyet olunacaktır... Efendiler ! Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine, ananat-ı milliyesine düşman olan bütün anasırla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir... [22]” Ardından daha bir yıl geçmeden 31 Ocak 1923 ‘de İzmir konuşmasında da ****** bu düşüncesinin üzerine gitmekte ve şöyle demektedir : “...bizim dinimiz hiçbir zaman kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, müslimlerin beraber olarak ilim ve irfan kazanmalarıdır. Kadın ve erkek ilim ve irfanı aramak, nerede bulursa oraya gitmek ve onunla cihazlanmak mecburiyetindedir... Türk toplum hayatında kadınlar ilmen, irfanen ve diğer hususlarda erkeklerden kesinlikle geri kalmamışlardır. Belki daha da ileri gitmişlerdir [23]. ****** , tüm yurt gezilerinde ve meclis konuşmalarında kadınların eğitimi konusunu ele almış ve 1920’li yılların ilk dönemlerinden itibaren toplumu bu konuda bilinçli kılmak için her fırsatı değerlendirmek istemiştir. Nitekim yine meclis kürsüsünden millet temsilcilerine ve millete şöyle seslenecektir : “...milletimiz, kuvvetli bir millet olmaya azmetmiştir. Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her bakımdan yükselmelerini temindir. Binaenaleyh, kadınlarımız da alim ve mütefennin olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün derecat-ı tahsilden geçeceklerdir. Sonra kadınlar hayat-ı ictimaiyede erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin muin ve müzahiri olacaktır [24] ...” Görülüyor ki ****** , Tanzimat döneminin özellikle saray, konak vb. kapalı eğitimine de karşıdır. Yani kızlarımızın eğitilmesi yetmemekte, ayı zamanda bunların, bu eğitimlerin sosyal hayatta da kullanılır hale gelmesi de sağlanmalıdır. Nitekim çok kıssa bir süre sonra sağlanacak ve kadın ile erkek birbirine destek olarak sosyo-ekonomik hayatı yönlendireceklerdir. Kadınların eğitimi, eğitim haklarının korunması ve verilmesi konularındaki bu kararlı ses, bu azimli tutum hemen uygulamaya konacaktır. 25 Ağustos 1924 günü Ankara’daki Muallimler Birliği’in düzenlediği akşam yemeğinde konuşan ****** , öğretmenlere şöyle sesleniyordu : “...Muallimler ! Erkek ve kız çocuklarımızın, aynı suretle bütün tahsil derecelerindeki talim ve terbiyelerinin ameli olması mühimdir. Memleket evladı, her tahsil derecesinde iktisadi hayatta amil, müessir ve muvaffak olacak surette tecziz olunmalıdır. Bu çok mühimdir, bilhassa nazarı dikkatinizi celp ederim. Tehdit esasına müstenit ahlak bir fazilet olmadıktan başka, itimada şayan da değildir... [25]” ****** ‘ü eğitim seferberliğine ve kadınların eğitilmesi işine iten gerçeği rakamlarla ifade etmek istersek, Tedrisat Mecmuası’nın 1913 yılının Mayıs ayında yayınlanan 26. sayısındaki şu istatistiksel bilgiyi verebiliriz : Osmanlı Devleti’nde Maarif Nazırlığı’nın yönetiminde bulunan orta dereceli okul sayısı, 23’ü yatılı olmak üzere 94 ; yüksekokul ise sadece 17’dir. İlkokulların durumu ise; sadece erkek çocuklarının devam edebildiği ilkokul sayısı 3083, sadece kız çocuklarının devam edebildiği ilkokul sayısı 388, yabancı eğitim görenlerin (azınlık ve diğer okullar) sayısı ise56’dır. İlkokullarda eğitim yapan toplam öğretmen sayısı ise 6913’dür. Ancak bu toplamın 983’ünü bayan öğretmenler oluşturmaktadır. Tüm Osmanlı ülkesinde ilköğretim yapan öğrenci sayısı ise toplam 243.445’dir. Bunların sadece 40.455’i kız çocuklarıdır. Kız öğrencilerin eğitiminde yükseköğretim görmeleri şansı ancak % 11’dir. O da Meşrutiyet sıralarında olmuştur. Kız öğrenciler için İstanbul Üniversitesi’nde açılan özel bölüm –ki adına İnas Darülfünun denmekte idi- ilk kez 1917 yılında 18 kız öğrenciyi mezun etmiştir. 1918’de ise bu rakam ancak 10 olabilecektir [26]. Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nde de ilk kez 1922 yılının Eylül ayında 7 kız öğrenci alınmıştır. Bunlar 1927’de fakülteyi bitirmişler, 1928’de de doktor unvanını almışlardır. Osmanlı Devleti’ndeki bu eğitim düzeni ve özellikle kız çocuklarının okuma hakları konusundaki tutumu ancak 1926 Medeni Kanunu ile yasal bir değişikliğe uğrayacak ve Harp Okulları dışında tüm eğitim kurumlarının kapıları, bir daha kapanmamak üzere kız öğrencilere de açılacaktır. Bu nedenledir ki eğitim konusunda ilk reformist yasa, olarak 1926 Medeni Kanunu gösterilebilir. Tabii ki bu arada 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu da unutmamak gerekir. Bu kanun, Tanzimat artığı ikili eğitimi yok eden bir kanun olması yanında, Türk milli Eğitimi’ni, kadını ve erkeği ile Türk insanını çağdaşlaştırma işlevi görmesi açısından da önemli bir atılımdır. 1927 yılında Türkiye’nin bütün ortaokullarında karma eğiti başlamıştır. Bu suretle Anadolu hayatı, yani kadınlı erkekli toplum düzeni, suni ayrıntıları geç de olsa yenerek, örgün eğitimini içinde geç de olsa kendisini gösterebilmiştir. 1 Kasım 1928’deki yeni Türk harflerinin kabulü ile de kadınların önünde yeni bir ufuk açılmıştır. O tarihe kadar yüzde 0 olarak kabul edebileceğimiz kadınların okuma yazma oranı günümüze kadar hızla artmış ve artmaya devam etmektedir. | |
| | | BiTiRiMcİCaSuS :) SİTE MÜDÜRÜ :)
Mesaj Sayısı : 162 Yaş : 30 Nerden : FaMiLyA ToKaT İş/Hobiler : SİTE-METİN2 Lakap : MiNiK TAKIM : RÜTBE : Kayıt tarihi : 10/01/09
| Konu: Geri: AtatÜrk, Cumhurİyet Ve TÜrk Kadini (GENİŞ ANLATIM) C.tesi Şub. 14, 2009 6:20 pm | |
| |
2- HUKUK ALANINDA KADIN HAKLARI Kadınlar için yapılan yasal gelişmelerin kökeni, belki de 24 Haziran 1920 tarihli önerge ve buna bağlı olarak çıkan 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye’de yer alan “egemenliğin kayıtsız şartsız milletin malı olması” ilkesine dayanmaktadır. İlk kez “millet” kelimesi içinde kadın ve erkek ayrımı yapılmaksızın “egemenlik” hakkına, Mustafa Kemal Paşa’nın önergesiyle kavuşulacaktır. 1 Kasım 1922’de Saltanatın Kaldırılması, 3 Mart 1924’te de Hilafet kurumunun son bulması, bir bakıma iktidar ve güç simgesi olan erkek anlayışına da son vermekteydi. ******, 1923 tarihli bir konuşmasında şöyle demektedir : “...daha endişesiz ve korkusuzca, daha dürüst olarak yürüyebileceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını ilmî, ahlakî,sosyal ve ekonomik hayatta erkeğinin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak yoludur [27]...” Bu konuşmalar da yakın bir gelecekte yapılacak bir reformun işaretleriydi. Nitekim, 4 Nisan 1926 tarihinde yayınlanan Türk Medeni Kanunu, 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girecek ve bu kanunla Türk kadınları belki de hayatlarında ilk kez yasal olarak evlenme işlemini evlendirme memuru önünde ve tarafların rızasıyla yapabilecek ve yeniden evlenmek isteyen kimsenin, eski evliliğinin ölüm, boşanma ya da bozma kararı ile ortadan kalkmış olduğunu kanıtlamak zorunluluğu gibi çağdaş hakları kazanacaktı. Özellikle bu iki yenilik, Türk kadınının İslam dininden gelen ve sosyal ezikliğe neden olan bir durumu, erkeğin birden fazla evlenmesiyle ortaya çıkan bir durumu yasal bakımdan yok etmekte idi. Ayrıca eli bir kadının “kuma” endişesini ya da haberi olmadan babası ya da vasisi tarafından evlendiriliverme endişesini de ortadan kaldırmaktaydı. Gerçek bir reform olan bu atılım, Osmanlı hayatının en önemli özelliklerinden birini de bir daha geri gelmemecesine yok ediyordu. Şüphesiz bu reformist tutum ve davranışlar, hakka, yaptırıma bağlanan kararlara rağmen, uygulamada zaman zaman duraksamalar ve hatta gerilemelere uğramaktadır. Bu tür tutumları belki de kadınlarımı açısından sahip oldukları hakları korumaları, ya da haklarına sahip çıkmaları için birer sınav dönemi olarak düşünmek mümkündür. Çünkü, özümsenmeyen ya da sahip çıkılmayan hakların geleceği, her zaman kaygı ile karşılanmak durumundadır. 3- SİYASAL ALANDA KADIN HAKLARI Siyaset alanında kadınlara verilen hakları, eğitim ve hukuk alanında verilen hakların bir devamı, kaçınılma bir sonucu olarak düşünmemiz gerekir. Bu haklar, kadın-erkek eşitliğinin en somut kanıtıdır. Siyaset alanında ilk yasa olarak 3 Nisan 1930 tarih ve 1580 sayılı kanun gösterilebilir. Bu kanunun 23 ve 24. maddeleri ile Türk kadınına ilk kez belediye seçimlerine katılma, seçme ve seçilme hakkı tanınmaktaydı. Bu, ****** ‘ün yıllardır yapmak istediği ve bu amaçla büyük bir kamuoyu oluşturduğu bir siyasi durum idi. 26 Ekim 1933 tarihli değişiklikle de Köy Kanunu’na, kadınların Köy İhtiyar Heyeti’ne ve muhtarlığa seçilme ve seçme hükmü konmuştu ki bu belki ilk siyasi yasadan çok daha temele hitap eden bir karardı. Bu yasa değişikliğinden yaklaşık bir yıl sonra ****** ve arkadaşları, 5 Aralık 1934 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 10 ve 11. maddelerinin şu hale gelmesini oybirliğiyle sağlayacaklardır ; 10. madde ; 22 yaşını bitiren kadın-erkek her Türk, mebus seçme hakkına haizdir. 11. madde; 30 yaşını bitiren kadın-erkek her Türk mebus seçilebilir. ****** bir kez daha ileri görüşlülük vasfını böylece kanıtlama olanağı bulabilmekteydi. Bilindiği gibi o tarihte, yani 1934’lerde birçok Avrupa ülkesinde kadın, bu iki haktan, ikisinden ya da seçilme hakkından mahrum bulunmaktaydı. Bu ilk siyasi haklardan sonra tüm hukuk mevzuatı incelenecek, tüm yasalar gözden geçirilecek, cinsiyet farkını vurgulayan, ima eden ya da yoruma açık kelimeler vatandaş, kişi, her kim, herkes, kimse ya da Türk gibi iki cinsi de kapsayan ifadelere dönüştürülecektir [28] . Anayasamızın son değişikliği içinde ilk milletvekili seçimi 1935 yılının Şubat ayında yapılmış ve meclise 18 kadın milletvekili girmiştir. Aradan on beş yıl geçmeden 1950 yılında ilk kadın belediye başkanına rastlanacaktır. 1971'de de ilk kez meclise kadın başkan vekili seçilecektir. 4- SOSYAL ALANDA KADIN HAKLARI Kadının toplumsal değerinin bilinmediği, anlaşılmadığı, azımsandığı dönemlerde, toplumlar kalkınamamış, geri gitmişlerdir. Batı tarihinde bunu açık örnekleri görüldüğü gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun toplumsal bünyesindeki çöküşün de başlıca nedenini, kadınların toplumdan çıkarılmasında gören düşünürler vardır. Bir kadının sosyal anadaki rolü, önemi ve katkısı ilk aşamada şüphesiz aile düzeninden ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla ilk aşamada kadının anne olması vasfı üzerinde durmak gerekmektedir. Bu konuda ****** , Türk kadınına ve Türk toplumuna şöyle diyordu : “...bugünün anaları için, gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bu günkü hayat için için gerekli faal bir organ haline koymak, pek çok yüksek niteliklerin sahibi olmaya bağlıdır. Bundan dolayı kadınlarımız, hatta erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdur. Eğer gerçekten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdır [29]." Yeni Türkiye'nin sosyal hayatında kadın, öğretmenlik mesleği ile ilk kez topluma katılır dersek yanlış söylemiş olmayız. İstanbul Üniversitesi'ne 1921 yılından itibaren alınan kız öğrencilerin iş hayatına atılmaları ile öğretmenlik dışındaki mesleklerde de kadınlar görülmeye başlanmıştır. Bu aşamada iş alanları içinde en çok itiraz, hekimlikte görülmektedir. Toplum bu dalda uzun süre kadınları istemeyecek, ya da onlara güvenmeyecektir. 1920'li yıllarda bu konuda gazete kupürlerinde tepkili yazılar görmek mümkündür. Fakat yine de özellikle ****** tarafından oluşturulan ortam sayesinde 1927 yılında ilk kadın doktorlarımız iş hayatına atılacaklardır. Bugün için sosyal ve ekonomik hayatın her aşamasında ve bu aşamaların her düzeyinde kadının görev aldığını ve bunun en tutucu yaklaşımlar içinde bile olağan karşılanmaya başladığını sevinçle görebilmekteyiz. Bu ******'le gösterilmeye başlanan güvenin bir sonucudur. SONUÇ : Türk Aydınlanma Devrimi bir uygarlaşma hareketidir, topluma tamamıyla yeni bir yapı kazandırabilme mücadelesidir. Kimilerine göre ise, Türk aydınlanması, toptan bir kültür benimseme olayıdır. Bu uygarlaşma mücadelesinin başarıya ulaşabilmesinin ilk koşulu da hukuk sisteminde köklü bir değişikliktir. Çünkü, bir düzen olan kültürün gelişebilmesi için, o düzeni kurup işleten hukukun da gelişmesi gerekmektedir. ****** devriminin özünde laiklik ilkesi bulunmaktadır. Dolayısıyla, Türk hukuk düzeninin kaynağı din olamaz. Kaynak teriminden hukuka vücut veren iradeyi anlarsak, Türk hukukunun kaynağı Türk ulusunun vicdanıdır. Gerçekten, hukuk, temel çizgilerinde sanat, ifade biçimleri ve töreler gibi halkın ruhunun bir ürünüdür. Böyle olunca, dinin Türk hukuk düzeninde bir kaynaklık değerinin olmaması gerekmektedir, çünkü din ulusun iradesiyle yarattığı bir ürün değildir. Öte yandan, din örf ve adet olarak da hukukun kaynağı olamaz. Din, örf ve adet değildir. Örf ve adet kurallarının kimi zaman din kurallarından esinlenmesi bu gerçeği değiştirmez, çünkü örf ve adet toplumsal iradenin bir ürünüdür. Oysa din kurallarının temel niteliği ise, ilâhî bir kaynaktan doğmuş olmaları, dolayısıyla toplumsal bir düzenlemeye ihtiyaç duymamalarıdır. ******, bir kültür öğesi olarak hukukun değişmesini Türk devriminin temel koşulu olarak görmüştür. Ona göre, bu değişiklik sırasında bir başka hukukun benimsenmesi, eğer ilerici ve akılcı ise, son derece doğaldır, zira ****** uluslararası kültür alışverişini kaçınılmaz olarak görmektedir. ******'ün şu sözlerinde de ifade ettiği gibi: "Ülkeler çeşitlidir, fakat uygarlık birdir." Bu kültür alışverişi ve başka ülke hukuklarının benimsenmesiyle güdülen amaç, çağdaş hukuk zihniyetine ulaşabilmektir. Bu zihniyetin temel prensibi, "milli egemenlik" ilkesidir ve bu ilke zaruri olarak "dogmaların etkisiz kılınması"nı gerektirir. Hukukta dogmaların etkisiz kılınmasını sağlayacak araç ise "laiklik" ilkesidir. İşte Türk ulusunun bu ilkelere sıkı sıkıya bağlanması ******'ün gösterdiği hedefe ulaşmanın temel şartıdır. 19 mayıs 1919'dan ölümüne kadar ****** devrimleri ile gerçekleşen ve değişen kadın hakları da Türk kadınına yepyeni ve çok modern bir statü getirmiş bulunmaktadır. Bu dönemde başarılan işleri şöylece özetleyebiliriz : 1-İstanbul'da aydın kadınlarımız savaşın başından itibaren mitinglerde erkeklerle beraber ve bazen de yalnız olarak aktif görev almışlardır. 2-Savaşa cephe harekatında da geniş çapta ve fiilen silah kullanarak katılmışlar, dövüşmüşler, şehit ve gaziler arasında yer almışlardır. Bu suretle kadının savaşçılık gücü ve savaşın yürümesinde etkisi bakımından 20. Yy. dünya kadınlarına, Türk kadını öncülük yapmıştır. 3-Sivas ve Erzurum Kongreleri sırasında kadın derneklerimiz de siyasi mücadeleye katılmışlardır. Böylece siyasi hayata fiilen girilmiş, bunu, Belediye Seçimleri'ne katılma ve milletvekili seçme ve seçilme safhası izlemiştir. 4-İstanbul'da kızlarımız üniversitede erkeklerle beraber okuma eylemini kendileri başarmıştır. Bu hareketle kadınlarımızın eğitim ve öğretim olanakları artırılmıştır. Daha sonra anayasada yapılan değişiklik ve kızlara da okuma zorunluluğu getirilmesi ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun çıkarılması gibi olaylar, Türk kadının uygar milletler düzeyinde eğitim ve öğretime ulaşmasını sağlamıştır. 5-Anadolu'da kızlar için okullar ilk kez bu dönemde açılmaya başlanmıştır. Bundan sonra kızlarımızın meslek kadını olarak yetişme çabaları da artmıştır.Türk kadınına bütün iş ve meslekler kapılarını erkeklerle eşit koşullarda açmışlardır. 6-Medeni kanun çıkarılmış, kadın-erkek eşitliği sosyal ve hukuksal alanlarda bir düzene konmuştur. Bu konuda da ****** Kadın Devrimi, yalnız Doğu'ya değil, Batı ülkelerine de örnek olmuştur. 7-Kadınlarımızın giyim ve sosyal yaşama koşullarında hızlı değişmeler ve gelişmeler kaydedilmiştir. 8-Kadın konusunda yazarlarımız, düşünürlerimiz çoğaldığı gibi, kadın yazarlarımızın da birdenbire arttığı görülür. 9-Tüm bu gelişmeler "Türk anası"nın daha iyi yetişmesini ve bilgili hale gelmesini sağlamış, dolayısıyla yeni Türk kuşaklarının daha bilinçli, sağlıklı ve erdemli yetişmesine olanak sağlamıştır |
| |
| | | | AtatÜrk, Cumhurİyet Ve TÜrk Kadini (GENİŞ ANLATIM) | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|