1929 Yılında Atlanta'da doğan Martin Luther King'in öbür Amerikan zenci önderleri arasında özel bir yeri vardı. Amerikan zencilerini uygarca bir yaşayış düzeyine kavuşturmak ve ırk ayırımına son vermek için, şiddet yöntemlerine başvurmaktan kaçınıyordu. Onu en çok etkileyenlerden biri Gandi'ydi. Martin Luther King de, Gandi gibi, şiddete kaçmayan direnme yöntemiyle başarıya ulaşacağına inanıyordu. Gandi, tek kurşun sıkmadan koca İngiltere’yi dize getirip, ülkesini bağımsızlığa kavuşturmamış mıydı? Amerikan zencileri de aynı yoldan eşitliğe kavuşabilirler, ikinci sınıf yurttaş olmaktan kurtulabilirlerdi.
Martin Luther King, öldürüldüğü güne kadar, bu inancına bağlı olarak, birçok eylemler düzenledi, başarılar kazandı ve bu insancıl, barışsever tutumu nedeniyle 1964 yılında Nobel Barış Ödülünü aldı.
Ne var ki, şiddetten yana olmayan, sorunların kan dökülmeden çözümlenmesini öneren Martin Luther King, kendisi gibi düşünmeyen bir beyaz Amerikalının kurşununa hedef olarak can verdi...
1968 yılında, Memphis şehrindeki temizlik işçileri greve başlamışlardı. Şehirde yaşayanların yüzde kırkı zenciydi ve temizlik işi gibi "aşağılık" bir meslekte çalışanların yüzde doksan beşi de kara renkli kişilerdi. Grevciler, Martin Luther King'i yardımlarına çağırmışlar, o da seve seve ırktaşlarının yanına koşmuş, gösteriler ve yürüyüşler düzenlemeye başlamıştı.
Grevin ve gösterilerin sürüp gittiği sırada, 4 Nisan 1968 perşembe günü, Memphis'e sivri burunlu, uzun boylu yabancı bir beyaz geldi. Öğleden sonra saat 15,30'da Bayan Bessie Brewer'in pansiyonuna giren bu adam, adının John Willard olduğunu söyleyerek bir haftalık kira karşılığı sekiz buçuk doları peşin olarak ödedi. Daha sonra Bayan Bessie Brewer, yüzüne pek dikkatle bakmadığı bu adam için şöyle diyecekti.
"Yüzüne pek iyi bakmadım, fakat bir tek şeyi hatırlıyorum; pek aptalca bir gülümseyişi vardı..."
Pansiyon defterine adını John Willard olarak yazdıran adam, 5 numaralı odaya çıktı. Buradan, Martin Luther King'in kaldığı Lormine Moteli olduğu gibi görülüyordu, özellikle motelin 306 numaralı odasına girip çıkanları... Bu, Martin Luther King'in odasıydı.
Grev 12 Şubatta başlamıştı. 1300 temizlik işçisi, sendikalarının belediyece tanınmasını ve ücretlerinin saat başına 60 sentlik bir zam görmesini istiyordu. Görevine 1 Ocakta başlamış olan Belediye Başkanı Henry Loeb'se, bu istekleri kabul etmemekte direniyordu. Loeb, temizlik işçilerinin istekleri yerine getirilirse, geri kalan belediye memurlarının da greve gideceğinden korkuyordu. İtfaiyeciler, polisler ve hastane görevlileri de daha fazla para isteyecek olursa, Belediye ya ücretleri yükseltecek ya da hizmetlerin aksamasını göze alacaktı.
Grev giderek bir ırk çatışmasına dönüşmüştü. Zenci temizlik işçileri, belediyenin grev karşısındaki uzlaşmaz tutumunu ırk ayırımının yeni bir belirtisi sayıyorlardı. Memphis'te zencilerin iş bulmakta güçlük çektiklerini, daha düşük ücretlerle çalıştıklarını, gerektiğinde işten ilk çıkarılanların yine zenciler olduğunu ileri sürüyorlardı.
Çöp yığınları büyüdükçe sinirler geriliyor, tedirginlik artıyordu. Gece yarısı olaylar çıkıyor, şehrin orta yerindeki dükkânların vitrinleri parçalanıyordu. İtfaiyeciler, sahte yangın ihbarlarına koşarken, taşan çöp tenekeleri ateşe veriliyordu. Memphis, Mississippi nehrinin, kıyısında, bir dinamit fıçısı gibiydi; her dakika patlayabilirdi.
Şehrin din adamlarının çağrısı üzerine, Dr. Martin Luther King, grevcilerin bir toplantısında konuşmak üzere Memphis'e geldi. Medeni Haklar savunucularının en ünlüsü olan bu Güneyli rahip kendini, A.B.D.'de yaşayan talihsiz, yoksul insanları daha iyi bir hayata kavuşturmaya adamıştı. Dr. King, Memphis'te 12 bin zenciye seslendiği konuşmasında, grevcilerden cesaretlerini kaybetmemelerini istedi. "Fedakârlık yapmadan hiç bir şey elde edilemez," diyordu bu konuşmasında.
Bütün şehri kapsayacak bir günlük bir iş boykotu yapılmasını önerdi. Aynı zamanda. Güneyli Hıristiyan Önderler Birliğinin "S.C.L.C." para yardımında bulunacağı hususunda söz vererek, iş boykotunun yapılacağı gün, göstericilerin başında bulunmak üzere Memphis'e döneceğini de sözlerine ekledi.
Grevciler, bu yeni destekten cesaret bulmuşlardı. Zenci dinleyiciler en çok gene rahibin şu sözleriyle coşmuşlardı:
"Boykotun sonucu, sesinizin artık duyulması olacak, Memphis'te o gün hayat duracaktır."
Konuşmanın yapıldığı alan, "evet" ve "âmin" sesleriyle çınlıyordu.
28 Mart günü, Dr. King, Beale sokağındaki gösteride 6 bin kişinin başında yürüdü. Yürüyüş sakin başlamıştı. Göstericiler Dr. King'in ardı sıra sessiz ve ağır başlı bir biçimde yürüyorlardı. Birden, yaşları 13-20 arasında değişen 150 kadar zenci genç yürüyüşten koparak, vitrinleri kırmaya, dükkânları yağmalamaya, ateşe vermeye, polislere saldırmaya başladılar. Göz açıp kapayana kadar olaylar çığırından çıkmıştı.
Yardımcıları, Dr. King'i bu durum karşısında hemen oradan uzaklaştırdılar. Memphis polisi, duruma hâkim olmak için, gaz bombası ve cop kullanmaya başlamıştı. Olayların daha da büyümesini önlemek isteyen Tennessee Valisi, eyalet askerlerini ve dört bin ulusal muhafızı Memphis'e yolladı. Sabaha kadar 300 zenci tutuklanmış, 60 kişi yaralanmış, bir dükkânı yağmalarken polis tarafından kurşunlanan 16 yaşında bir zenci çocuk da ölmüştü.
Dr. King başarısızlığa uğradığına inanıyordu: Şiddet aleyhtarı felsefesi Memphisli zenciler tarafından reddedilmişti. Bir daha dönmemek üzere şehirden ayrılmayı düşünüyordu. Fakat, Güneyli Hıristiyan Önderler Birliğindeki taraftarları, olayları küçük bir grubun çıkardığına onu inandırdıklarından, bir yürüyüş daha düzenlemeye karar verdi:
"Barışçı yollardan protesto, Memphis'te hüküm sandalyesinde oturmaktadır." diyordu.
Gerçekten de öyleydi. Beyazlar King'i artık toplulukları denetleyememekle suçluyorlardı. Zenci ırkçılar da King'in başının dertte oluşuna seviniyorlardı. Bunlar, zencilerin eşitliğinin barışçı yollardan sağlanamayacağını kesinlikle ileri sürüyorlardı.
Dr. King beyaz ve siyah muhaliflerinin yanıldığını ispatlaması gerektiğine inanıyordu. Yardımcılarından, yeni bir yürüyüş için hazırlık yapılmasını istedi.
İlk yürüyüş sırasında olayları başlatan gençlerin bağlı oldukları çeteyle görüşülerek, çocuklardan yeni yürüyüşte olay çıkarmayacaklarına dair söz alındı. King, yeni yürüyüşten önce, bir dizi toplantı düzenlemeye karar verdi. 3 Nisanda Mason Street kilisesinde yapılan ilk toplantıda Dr. King, iki bin ateşli taraftarına seslendi. Değişikliklerin yavaş yavaş getirilmesini isteyenlerin yanında, hemen eyleme geçilmesini isteyen aşırıları da toplantıya çekmesini bilmişti. Memphisli bir rahip tek bir vücut haline gelmiş topluluğa bakarak, bir başka din adamına şu sözleri fısıldıyordu:
"Tanrım, King bizi kurtarmak için gönderdiğin önderdir."
King, konuşmasında şöyle diyordu:
"Çağımızda ve günümüzde temel sorun, şiddet ile barışçı yollar arasında bir seçim yapmak değildir, çünkü ya barışçı yolları seçeriz, ya da hep birlikte yok oluruz."
Ertesi gün, yani 4 Nisan 1968 perşembe günü, Dr. King ve yardımcıları, o akşam yapılacak ikinci toplantı üzerinde konuştular. Onlar görüşmelerini sürdürürken, adını John Willard olarak yazdıran adam, tuttuğu odada birasını yudumluyordu. Bir saat kadar odasında kaldıktan sonra, dışarıya çıkıp arabasına gitti. Pansiyona, elinde çocukların, spor araç ve gereçlerini koymakta kullandıkları türden mavi el çantasıyla döndü. Öbür kolunun altında, uzağa ateş edebilen 30,06 çapında, dürbünlü bir hava tüfeği taşıyordu.
"Aptal gülümseyişli adam..." merdivenleri tırmanıp odasına çıktı. Saat beşe geliyordu. Saat altıya 3 kala, Dr. King moteldeki odasının balkonuna çıkmıştı. Günün yorgunluğunu çıkarmak için yemekten önce biraz hava almak istiyordu.
Motelin karşısında, Bayan Besste Brewer'in pansiyonunda, tüfekli adam banyoya girmiş, kapıyı kilitlemişti. Tüfeği pencerenin pervazına dayadı. Lorraine Motelinin balkonuyla aralarında yalnız altmış beş metre vardı.
Dr. King, balkonun yeşil parmaklığına yaslanmış, aşağıda, motelin park yerinde duran şoförü ve arkadaşlarıyla konuşuyordu. Yardımcılarından rahip Jesse Jackson, King'i o geceki toplantıda çalacak olan müzisyen Ben Branch'ie tanıştırdı. Dr. King, müzisyene:
"Aziz Tanrım ilâhisini mutlaka çalın bu akşam, güzel olsun hem..." diyordu.
Bessie Brewer'in banyosundaki adam, tüfeği omzuna götürerek dürbünü hedefine göre ayarladı.
King doğrulmuş, odasına dönmek üzere geri dönmüştü. Pansiyon'daki adam, derin bir nefes aldı. Saat altıyı bir geçiyordu.
Dr. King'in balkonun beton tabanına düştüğünü görmeyenler, bir donanma fişeği patlatıldığını sanmışlardı.
Kurşun, Dr. King'in ensesini ve çenesini parçalayıp geçmişti. Katil, ikinci kurşuna gerek kalmadığını anlayarak silahını bir kutuya koydu. Çantasını kaptığı gibi pansiyondan fırladı. İçinde tüfek bulunan kutuyu ve çantasını kaldırıma attıktan sonra ortadan kayboldu.
King'in yardımcıları ve motelde bulunanlar, hemen ikinci kattaki balkona koştular. Yardım gelinceye kadar rahip Jackson, King'in başını dizine koydu. Adalet Bakanlığında görevli bir beyaz, odasından kapıp getirdiği bir havluyla yarayı temizlemeye çalışıyordu.
Arkadaşlarından Rahip Ralph Abernathy, yaralının kurtarılamayacağını anlamıştı. King'in yanında diz çöktüğünde gözleri dolu doluydu. Boğuk bir sesle:
"Martin!.. Martin!.." diye inliyordu.
Cankurtaran, ölmek üzere olan Dr. King'i yakındaki St. Joseph's Hastanesinin ilk yardım bölümüne getirdiğinde, saat altıyı on altı geçiyordu.
Elli dakika sonra Dr. Martin Luther King ölmüştü.
Onun ölümü, Amerika'da, büyük şiddet hareketlerinin başlamasına yol açtı. Şiddetten yana olan zenci önderi Stokely Carmichael, şöyle haykırıyordu:
"Evlerinize gidin ve silahlarınızı alın!.. Beyaz adam geldiğinde, amacı sizleri öldürmek olacaktır. Sokaklarda, artık hiç bir siyahın kanını görmek istemiyorum. Onun için diyorum ki, evinize gidip silahlanın!.."
Başkanlığa Demokrat Partiden adaylığını koymak için kampanya açmış bulunan Senatör Robert Kennedy, olayı duyduğunda İndianapolis'teydi. Şehrin zenci mahallesine giden Robert Kennedy, şöyle konuştu:
"Size verilecek çok acıklı bir haberim var; Martin Luther King bu akşam öldürüldü. Aranızda bulunan siyahlara sesleniyorum: Eğer böyle bir davranışın insafsızlığı karşısında içinizde doğan nefret ve kızgınlıkla bütün beyazları suçlamaya kalkışırsanız, hatırlayın ki ben de aynı tür duygularla doluyum. Benim de ağabeyim öldürülmüştü... Hem de bir beyaz tarafından." (Bilindiği gibi, Robert Kennedy de, Martin Luther Kıng’ten tam dört ay sonra, 5 Haziran 1968'de Los Angeles'te Ambassador Hotelde Filistinli bir Arap olan Sirhan tarafından öldürüldü.)